256 episodes

Sermayenin yalanlarına karşı işçi sınıfının gerçekleri

Gerçek gazetesi Gerçek

    • News

Sermayenin yalanlarına karşı işçi sınıfının gerçekleri

    DİP Bildirisi: İş, aş, hürriyet için örgütlü mücadeleye! Devrimci İşçi Partisi saflarına! 1 Mayıs’a!

    DİP Bildirisi: İş, aş, hürriyet için örgütlü mücadeleye! Devrimci İşçi Partisi saflarına! 1 Mayıs’a!

    İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın kökeninde 1886’da ABD’de siyah ve beyaz işçilerin 8 saatlik iş günü için birleşerek greve gitmesi ve sonrasında grev kırıcılar ve Amerikan polisi tarafından işçilerin katledilmesi vardır. Bu mücadelenin anısına 1889’da işçi sınıfının uluslararası örgütü olan Enternasyonal’in kararıyla 1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edilmiştir. Türkiye’de de 1 Mayıs, nice mücadelelerle ve bedellerle kazanılmıştır. Bu bedellerden en büyüğü 1977 1 Mayıs’ında ödenmiştir. İşçi sınıfının kanlısı NATO’nun kurup beslediği kontrgerilla tarafından gerçekleştirilen bu katliamın hesabı elbet sorulacaktır. Bugün hâlen Taksim’i 1 Mayıs’ta işçi sınıfına yasaklayanlar bu büyük katliamın, bizlerse işçi sınıfının büyük mücadelesinin mirasçılarıyız!

    1 Mayıs işçi sınıfının bayramıdır. Bu bayramı hakkıyla kutlamalıyız. Yoksulluk ve sefalet, baskı ve zulüm altında yaşayan işçiler, emekçiler, ezilenler meydanları doldurmalı, birlikten ve dayanışmadan aldığı güçle geleceğe umutla bakmalı, meydanlardan mücadeleyi büyütmek için güven, coşku ve enerji almalıdır. İşimize, aşımıza göz diken patronlara ve dünyayı kana bulayan emperyalistlere karşı güçlü bir duruş sergilemeliyiz!

    İsrail’le kanlı ticareti durdur! İncirlik ve Kürecik’i kapat! NATO’dan çık, NATO’yu yık!



    Depremlerde, iş cinayetlerinde canımızı alan, geleceğimizi karartan sömürü düzeninden hesap sormaya!



    Faşizme karşı omuz omuza! Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!



    Kendi kavgana sahip çık! Sınıfını bil safları sıklaştır!

    Sınıf düşmanımız, mesele haklarımızı gasbetmek, krizin faturasını işçilere ödetmek olduğunda hemen birlik oluyor. Bugün de seçimlerde aralarındaki rant kavgasını halledip, emeğin haklarına saldırmak için el ele verdiler. Hepsi emperyalist sermayenin siparişiyle, Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde ve Mehmet Şimşek’in eliyle uygulanacak olan saldırı programının arkasında duruyor. Bu programda kıdem tazminatının gaspı, sosyal güvenlik sisteminin budanması, esnek çalışma adı altında dizginsiz sömürü koşullarının dayatılması, krizin faturasının vergilerle, zamlarla ve en önemlisi de işten çıkartmalarla işçi sınıfına ödetilmesi var. Tekelci sermayenin ve bankaların kârları için yoksul köylünün, küçük esnafın ezilmesi var. Devlet bütçesinin yerli ve yabancı tefecilere, faiz ödemelerine harcanması, eğitimden, sağlıktan, kamu hizmetlerinden kısıntı yapılması var. İşte bu sınıf saldırısına karşı örgütlü gücümüzü göstermemiz ve tüm işçileri, emekçileri örgütlü mücadele seferberliğine çağırmamız gereken yerdir 1 Mayıs meydanları!

    Devrimci İşçi Partisi işçileri örgütlenmeye, sendikalara sahip çıkmaya, denetlemeye, 1 Mayıs’ta sendika kortejlerini sınıf mücadelesi sloganlarıyla coşturmaya, sınıfın partisinin saflarında sınıf siyasetini yükseltmeye çağırıyor!

    Devrimci İşçi Partisi emekçi kadınları erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı örgütlü mücadelede en öne, tacize, şiddete, kadın cinayetlerine karşı örgütlenmeye ve öz savunmayı yükseltmeye çağırıyor!

    Devrimci İşçi Partisi gençleri sömürüyle ve baskıyla çalınan gençliğine sahip çıkmak için örgütlü mücadeleye, hürriyet mücadelesini yükseltmeye çağırıyor!

    Devrimci İşçi Partisi bütün sömürülen ve ezilenleri kapitalist barbarlığa, emperyalizme ve Siyonizme karşı insanlığın kurtuluşu için devrimci ve sosyalist mücadelenin saflarına çağırıyor!

    Haydi 1 Mayıs’a! 1 Mayıs meydanını kızıl bayraklarımızla gelincik tarlasına çevirelim!

    • 6 min
    Başyazı: Düzen siyasetinin haritasını değil, sınıf mücadelesi meydanlarını kızıl gelincik tarlasına çevirelim! (Nisan 2024)

    Başyazı: Düzen siyasetinin haritasını değil, sınıf mücadelesi meydanlarını kızıl gelincik tarlasına çevirelim! (Nisan 2024)

    31 Mart yerel seçimlerinden hezimetle çıkan Erdoğan ilk konuşmasında “milletin sandıkta verdiği mesajları tartarak gerekli adımları mutlaka atacağız” dedi. Sonra da hâlihazırda emekçi halka kemer sıktırmakta olan ekonomik programı uygulamaya devam edeceğini “popülist adımlardan uzak durduk, ekonomi programımızın olumlu sonuçlarını görmeye devam edeceğiz” sözleriyle açık etti. Peşinden kemer sıkma programını yürütmek için emperyalizmin siparişi ile atanan Mehmet Şimşek (İngiliz Mehmet) ve aynı doğrultuda Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na getirilen Cevdet Yılmaz “durmak yok kemer sıkmaya devam” manasına gelen “enflasyonla mücadeleden taviz verilmeyecek” diye açıklamalar yaptı. Patron örgütleri TİSK, TÜSİAD, MÜSİAD hepsi neredeyse kelimesi kelimesine aynı açıklamaları yaptılar. Hepsinin dilinde aynı terane: “Dört yıllık seçimsiz dönemde ekonomiye odaklanalım!”

    Oysa Erdoğan’a sandıkta hezimeti yaşatan işçinin, emekçinin özellikle de emeklilerin mesajı başkaydı! İster muhalefet partilerine oy versin ister sandığa gitmeyerek ya da geçersiz oy atarak tepkisini göstermiş olsun emekçi halkın mesajı, “devam” değil “dur” olmuştur! Halk, emekliye vermediğini faize veren, kıdem tazminatı hakkına göz diken, esnek çalışma adı altında dizginsiz sömürüyü dayatan, sosyal sigorta sisteminin tasfiyesine yönelen İngiliz Mehmet’in Orta Vadeli Program’ına “dur” demiştir! “İsrail’le kanlı ticareti durdur” demiştir! Ama Erdoğan bu mesajı değil, patronların mesajını almakta ve o mesajın gereği olan adımları atmakta kararlıdır.

    Emekçi halk olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. “Dört yıllık seçimsiz bir dönem” adı altında iktidara sermayenin ve emperyalizmin işlerini yürütmesi için bir konforlu ortam yaratmak yerine tam tersine iktidarın ensesinde boza pişirmeliyiz. Fabrikamızda, işyerimizde, mahallemizde örgütlenmeliyiz. Dün hangi partiye oy vermiş olursa olsun bugün ekmek kavgasında yan yana olduğumuz sınıf kardeşlerimizle omuz omuza vermeliyiz! Ayrı gayrı yok! İşimize, aşımıza, haklarımıza örgütlü mücadeleyle sahip çıkmalıyız!

    Seçim gecesinin karşılıklı centilmenlik gösterilerine kimse aldanmasın. Düzen siyasetinin kayıkçı kavgası elbet yine kızışacak. Bizi ayırmak ve birbirimize düşürmek için bildikleri yöntemleri kullanacaklar. Irkçılığı, mezhepçiliği, ayrımcılığı devreye sokacaklar. Herkesin birbirini teröristlikle suçladığı yalan rüzgârı senaryoları yine yayına sokulacak. Enflasyonla mücadele adı altında ekmeğimize çöküp haklarımıza saldırdıkları gibi, emekçi halkı bölmek ve birbirine düşman etmek için yaptıkları operasyonlara da “terörle mücadele” adını takacaklar. Yedi düvele karşı savaşıyoruz edebiyatı yapacaklar. Geçsinler bunları! Merkez Bankasını 65 milyar dolar eksiye düşürüp ülkeyi 70 sente muhtaç ettiler. Onlar için parayı veren düdüğü çalar. Bu halde onlar emperyalizme karşı operasyon yapmaz, emperyalizm adına operasyon yapar!

    Biz bu filmi defalarca gördük! Hep seçimlerden önce yaparlardı, şimdi randevuyu seçim sonrasına verdiler. Çünkü kıdem tazminatı gibi, emeklilik hakkı gibi işçi sınıfının kırmızı çizgilerine saldıracaklar, bıçak kemiğe dayandığı halde kemiği de kıracak bir ekonomik saldırı programı uygulayacaklar ve karşılarında Türküyle Kürdüyle el ele, omuz omuza vermiş, ayrı gayrı demeden iş, aş, hürriyet için birleşmiş emekçi halkın buna izin vermeyeceğini gayet iyi biliyorlar.

    Kendi göbeğimizi kendimiz keseceksek, kendi hikayemizi de kendimiz yazacağız. Bu hikâyenin ana fikri işçilerin birliği ve halkların kardeşliği olacak! Sorunlarımızın çözümü için bize yıllar sonrasına verilmiş bir genel seçim randevusunu bekl

    • 5 min
    Sungur Savran: 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına ne öğretiyor?

    Sungur Savran: 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına ne öğretiyor?

    Bahar kendini erkenden hissettirdi bu yıl. Çiçekler çabucak açtı, güneş ışınlarını cömertçe saldı, hava ısındı. Oysa 31 Mart’tan sonra ekonomi politikasında yaşanacak sertleşme, yüksek faiz politikası, bütçenin kısılması, enflasyonun işçinin emekçinin aleyhine önlemlerle kontrol altına alınması girişimi, geniş kitlelere işsizlik, özellikle sağlık, eğitim, belediye hizmetleri gibi alanlarda kaynak yokluğu, işsizler ordusunun sınıf içinde yaratacağı rekabet dolayısıyla ücretleri daha da düşürmesi gibi bugünkünden daha da zorlu koşullar getirecek. Ama kimse “Bahar benim neyime?” demesin.

    Bundan tam 35 yıl önce, henüz deve tellal iken, Genelkurmay Başkanı Kenen Evren cumhurbaşkanlığını işgal atında tutar iken, “Çankaya’nın şişmanı, işçilerin düşmanı” kapitalizmin fedaisi Turgut Özal başbakan iken, kısacası 12 Eylül dönemi devam eder iken işçi sınıfı Mart ayında bir ayağa kalktı, ta Mayıs sonuna kadar oturmadı. Hastalık gerekçesiyle toplu olarak viziteye çıkmaktan çıplak ayakla yürüyüş yapmaya, yemek boykotundan geçinemediği için eşinden ayrılma gösterilerine, sakal bırakmaktan İstanbul’un sokaklarını işçinin işgaline almaya ve düpedüz grev hareketlerine kadar sayısız yönteme başvuran toplu sözleşme görüşmelerindeki 600 bin kamu işçisi, onları örnek olarak sokağa çıkanlarla bir milyon işçi daha, Özal hükümetine kök söktürdü.

    Ne dedik? 12 Eylül askerî diktatörlüğü ilk yıllarına kıyasla biraz daha mesafeli yöntemlerle de olsa devam ediyordu. Bu diktatörlük herhangi bir amaçla kurulmamıştı. Amacı çok açıktı: 1960-1980 arası dönemde işçi sınıfı hareketinde yaşanan büyük yükseliş, toplumun diğer sömürülen ve ezilen sınıf ve gruplarını da kendi peşine takarak burjuva düzeni için büyük bir tehdit oluşturduğu için 12 Eylül askerî rejimi işçi sınıfının ekonomik (sendikalar) ve siyasi (partiler ve diğer örgütler) kurumlarını ezmeye, sınıfı sindirmeye ve haklarını, kazanımlarını ve mevzilerini elinden almaya gelmişti. Böyle bir rejime karşı işçi sınıfı henüz Evren’in başta olduğu bir anda ayağa kalkıyor, hakları için mücadele ediyordu. Üstelik üç aylık mücadeleciliğinin ödülü olarak görülmemiş derecede yüksek bir ücret artışı sağlayacaktı: Kamu işverenleri başlangıçta yüzde 40 zam önerdiği halde sonunda yüzde 140’lık bir zammı kabule mecbur kalacaktı!

    Bu tabloya bir nokta daha eklemek gerekiyor. 1989 Bahar Eylemleri, 12 Eylül’ün işkence yaptığı, uzun tutuklamalarla hapiste tuttuğu, idam cezasıyla yargıladığı sınıf mücadeleci sendikacıların dışındaki, özellikle 12 Eylül’ün hükümetine Çalışma Bakanı vermiş Türk-İş’in bürokratlarının, önderliği bir yana bırakın, en ufak bir desteği olmaksızın, neredeyse bütünüyle kendiliğinden bir hareket olarak yaşanıyordu. İşçiler bunun o kadar farkında idi ki, o dönemde yapılan birçok sendika şube ve genel merkez kongresinde baştaki kadrolar devrilecek, hareketin başına pratikteki ataklıkları sayesinde geçen kadrolar seçimleri kazanacaktı. Buradan bir başka ders daha çıktığının altı çizilmeli. İşçi sınıfı sadece birlik halinde mücadeleye giriştiğinde çok güçlü bir sınıf değildir. Aynı zamanda, kendi içinden çıkardığı mücadele öncüleriyle kendiliğinden, hiçbir önderliğe ihtiyaç duymadan harekete geçebilen bir sınıftır.

    Ama görüyoruz ki işçi sınıfı askerin süngüsü karşısında boynunu eğmemiş. Londra Borsası’nın dayatmalarına da sessiz kalmayabilir. Mehmet Şimşek Londra Borsası’nın temsilcisi olarak İMF’siz İMF programı başlatıyor. Bakalım el mi yaman çıkacak bey mi?

    • 4 min
    Armağan Tulun: Neden 1 Mayıs’ta emekçi kadınlar en öne?

    Armağan Tulun: Neden 1 Mayıs’ta emekçi kadınlar en öne?

    1 Mayıs, işçinin emekçinin birlik ve mücadele günü yaklaşıyor. Bu 1 Mayıs’ta da bayraklarımızla, pankartlarımızla, taleplerimizle, sloganlarımızla, en güzel giysilerimiz olan sendika ve parti önlüklerimizle meydanları dolduracağız! Emekçi kadınlar en güçlü şekilde o meydanlarda saf tutmalı, 1 Mayıs’ta kortejlerinde en öne çıkmalı! Neden?

    Çünkü resmî verilere göre bile her 10 kadından sadece 3’ü çalışabiliyor. Ülkedeki işsizliğin yanında kadınların çalışmasının önündeki en büyük engellerden birisi çocukların, hasta ve yaşlıların bakımının kadınların üzerinde olması. 3 yaş altında çocuğu olan her 100 erkekten 90’ı çalışıyorken bu rakam kadınlarda sadece 28. Çünkü işyerlerinde, fabrikalarda kreş yok. Mahallelerde çocuklarını bırakabilecekleri ücretsiz, nitelikli devlet kreşleri yok. Bu da ya kadınları işgücünün dışına itiyor ya da esneklik adı altında güvencesiz işlere mahkûm ediyor. Yarı zamanlı çalışanların istihdam içindeki oranı erkeklerde %6,7 iken, kadınlarda bu oran %16,1. Ev işlerinin tüm yükünü sırtlanan kadınların ev içinde görünmeyen emeği, işyerinde de daha az para ediyor. Türkiye’de kadınlar, yine resmî verilere göre bile erkeklerden daha az kazanıyor. Üstelik burada eğitim durumu da fark etmiyor. Hatta eğitim seviyesi yükseldikçe ücret farkı da artıyor.

    Tüm bunların sorumlusu, nüfusun yarısı olan kadınları yok sayarak semiren, işimize, aşımıza göz diken, kendi kâr hırsını her şeyin önüne koyan erkek egemen kapitalist sistem. 1 Mayıs meydanları, erkek egemen kapitalist sisteme karşı örgütlülüğümüzü bir adım daha öteye taşıdığımız, eşit işe eşit ücret için, görünmeyen emeği görünür kılmak için yürüdüğümüz, çalışmak isteyen her kadına iş, her işyerine kreş talebimizi yükselttiğimiz, güvencesiz ve esnek çalışmaya karşı, güvenceli, sigortalı, sendikalı çalışma hakkımıza sahip çıktığımız alanlar olsun!

    8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne yaklaşan günlerde TÜİK, Türkiye’de kadınlarla ilgili çok çeşitli başlıklarda veriler yayınladı. Neredeyse açıklanan tüm veriler, kadınların yaşadığı eşitsizliği ve her alanda erkeklerin gerisinde olduğunu gösteriyor. Bir tanesi hariç: yaşam süresi. Türkiye’de doğduğunda bir insan için beklenen yaşam süresi 77,5 yıl. Bu süre erkeklerde yaklaşık 75, kadınlarda da 80 yıl. Yani kadınların erkeklerden 5 yıl daha fazla yaşaması bekleniyor. Ama her gün en az bir kadın, ömrünün yarısını, belki de dörtte birini bile yaşamadan kadın cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Türkiye’de 2023 yılında 315 kadın cinayeti ve 248 şüpheli kadın ölümü yaşandı. Kadınlar hakkında koruma talep ettikleri, en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürüldü.

    1 Mayıs meydanları, şiddete, tacize, erkek egemen baskılara karşı sesimizi yükselttiğimiz, erkek vurduğunda devlet korumadığı için öz savunmanın bir hak olduğunu en güçlü şekilde dile getirdiğimiz meydanlar olsun!

    Fabrikada patrona karşı tek başımıza değil de sendikalı örgütlü olduğumuzda, patronun her istediğini yapması mümkün olmuyor, her adımından önce işçi ne der diye düşünmek zorunda kalıyor. İşte, öz savunma da böyle örgütlü bir güç haline geldiğinde erkek şiddeti karşısında en ağır cezadan bile daha caydırıcı olacak, şiddet gerçekleştikten sonra hesap sormak yerine şiddet tehlikesini baştan savuşturacaktır. O halde 1 Mayıs meydanları sadece öz savunmanın bir hak olduğunu söylemekle yetinmediğimiz, şiddete karşı öz savunma örgütlenmeleri şiarını da yükselttiğimiz, bu yolda verilen mücadeleleri, atılan adımları daha ileriye taşımamızı sağlayan meydanlar olsun!

    İşimize, aşımıza, hürriyetimize sahip çıkalım! Yaşamımıza,

    • 5 min
    Levent Dölek: İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkanlar İsrail’le serbest ticaret anlaşmasını feshetmek için neyi bekliyor?

    Levent Dölek: İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkanlar İsrail’le serbest ticaret anlaşmasını feshetmek için neyi bekliyor?

    Gazze’de Siyonizmin soykırımcı saldırıları sürerken Türkiye’den İsrail’e ticaretin hız kesmeden devam etmesi Erdoğan’ı ve AKP iktidarını yerel seçimler öncesinde ciddi şekilde sıkıştıran bir konu oldu. İktidarın propagandistleri bu durum karşısında en iyi savunma saldırıdır diyerek İsrail’le kanlı ticaretin durdurulmasını isteyenleri suçlamaya hatta seçimler öncesinde fesat çıkarmaya çalışmakla itham edip ağza alınmayacak hakaretler etmeye başladılar. Sadece Ümit Özdağ gibi yeminli Siyonist işbirlikçisi faşistleri, Fatih Altaylı gibi liberal sağcıları ya da Batı hayranlığından beyni uyuşmuş birtakım sözde solcuları ayırıyorum. Onların İsrail’le yapılan ticareti durdurmak gibi bir dertleri yok. İktidarın iki yüzlülüğünü fırsat bilerek Filistin davasını kötülemeye ve gözden düşürmeye, Filistin için mücadele edenlerin moralini bozmaya çalışıyorlar. Ama şu da bir gerçek ki bu yeminli emperyalist ve Siyonist uşaklarına bu kirli ve sinsi propagandayı yapma imkânı veren de yine bugünkü iktidarın izlediği utanç verici işbirlikçi politika.

    Filistin halkı için, Siyonist soykırım saldırısını durdurmak ya da hiç değilse zayıflatmak için seçimleri Erdoğan’ı ve iktidarı sıkıştırmak üzere kullanmakta bir şey yok. Bunu oy kazanma kaygısıyla yapmış olan varsa bunda da sorun yok. Çünkü Gazze’nin yıkılması, insanların aç susuz bırakılması, çocukların katledilmesi iktidarı harekete geçirmedi bugüne kadar. Belki çok daha fazla değer verdikleri oyları ve iktidarları tehlikeye düşer de harekete geçerler diye ummak, bunun için seçim sürecini değerlendirmek niye ahlaksızlık olsun? Mesela AKP mitinglerine gidip “kanlı ticareti kes” diye pankart açan gençler doğru bir iş yaptılar. O gençleri gözaltına alıp pankartlarını söküp alanların gerçek yüzlerinin ortaya çıkması iyi oldu. Bizim Emperyalizme ve Siyonizme karşı Filistin Dostları Platformu olarak limanlarda yaptığımız eylemler bugün daha fazla karşılık buluyorsa bundan neden gocunalım?

    En başından beri söylüyoruz, ne yazık ki Filistin’i sözle savunan, İsrail’e ise eylemiyle destek olan bir iktidar yönetiyor Türkiye’yi… Ama halkın kalbi Filistin’le atıyor. Belki halktan utanırlar harekete geçerler. Belki oy derdine düşerler de belediyeleri kaybetmemek için bir adım atarlar… Harekete geçtiler. Devletin resmî kurumları üzerinden dezenformasyon yapmak için harekete geçtiler. Gel gelelim mızrak çuvala sığmıyor işte. Bir kurumun açıklamasını diğer devlet kurumu tekzip etti. Ticaret bakanı biz Filistin’e İsrail üzerinden mal gönderiyoruz dedi, sonra Ulaştırma bakanı Gazze savaşının başlamasından sonra Filistin’e malların gitmediğini açıkladı. İstibdadın bir propagandisti çıktı ticareti devlet değil özel şirketler yapıyor, uluslararası ticaret yasaları dolayısıyla hükümetin bu ticareti engellemesi mümkün değil diye bir yalan uydurdu. Sonra başka bir propagandist, “Devlet destek ve teşvikleri kaldırdı daha ne yapsın?” deyince sağ olsun kendisinden AKP iktidarının İsrail’le ticareti destekleyip teşvik ettiğini de öğrenmiş olduk.

    Ne demiş büyüklerimiz? Aklı namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış… Bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çekilenler nerede? Mesele İsrail olunca, işin ucunda Doğu Akdeniz’de İsrail’in Filistin halkından gasbettiği doğalgazı İskenderun üzerinden Avrupa’ya taşıyacak boru hattı pazarlığı olunca, Merkez Bankası 60 milyar dolar ekside, hazine tam takır, ülke 70 sente muhtaç bırakılmış olunca, işler değişiyor tabii. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkıp emperyalizme karşı millî irade şovu yapanları sahnelerde göremiyoruz! İktidara İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması için baskı yapmak üzere kampan

    • 6 min
    Ertuğrul Oruç: Hekim hakkı, halk sağlığı ve hürriyet mücadelesinin bir parçası olarak İstanbul Tabip Odası seçimi

    Ertuğrul Oruç: Hekim hakkı, halk sağlığı ve hürriyet mücadelesinin bir parçası olarak İstanbul Tabip Odası seçimi

    4-5 Mayıs tarihlerinde İstanbul Tabip Odası (İTO) seçimli genel kurulu yapılacak. Bu yıl seçimlere toplam dört grup girecek. Bu seçimlerin ana tartışma konusu, Tabip Odası’nın işlevinin ne olması gerektiği olacak. Bir tarafta Tabip Odası’nı meslekçi bir hekim örgütü yapmak isteyenler yerini almış durumda. Diğer tarafta ise yıllardır olduğu gibi hekimlerin haklarını savunma ve iyileştirme mücadelesini, halkın sağlık hakkı için, sağlık emekçileri başta olmak üzere işçi ve emekçilerin hakları için, genel olarak demokratik haklar için verilen mücadeleyle harmanlayan Demokratik Katılım Grubu (DKG) var.

    İTO seçimleri her daim çekişmeli geçmiştir. Kuruluşu otuz yıldan fazla olan DKG grubunun karşısına milliyetçi ve hükümete yakın pek çok grup çıkmıştır. Bu seçimde de milliyetçi hekimler Türk Hekimleri Birliği adıyla seçimlere giriyor. Türkçü-milliyetçi söylemlerine ek olarak bu grup, odanın siyasetten uzak durmasını ve yalnızca hekimlikle ilgili sorunlara eğilmesini savunuyor. Seçimlere giren bir başka grup, Değişim Grubu. Son dönemin moda söylemi olan “değişim”i, İTO yönetimini DKG grubundan almak hedefini vurgulamak için kullanıyorlar. Söylemlerinin merkezinde siyasetten uzak ve yalnızca hekim hakları ile ilgilenen bir oda vaadi bulunuyor. Diğer grup olan Çağdaş Hekimler Birliği’nin ise diğer gruplara benzer şekilde siyasetten uzak ve yalnızca hekim hakları ile ilgilenen bir oda vaadinin yanında Kürt siyasetine mesafeli bir söylemi benimsediği anlaşılıyor.

    Milliyetçilik ve şoven söylem bizden uzak olsun. Ama “değişim” üzerinde durulabilir. Değişim kendi başına olumsuz bir şey değil. Ancak neyi değiştireceğiniz ve nereye doğru değişeceğiniz önemli. DKG grubu, hükümetlere muhalif, hekim haklarını halkın sağlık hakkını gözeterek şovenizme karşı halkların kardeşliğini, istibdada karşı hürriyet mücadelesini savunan bir çizgiye sahip. Değişimden kastın, bu değerleri değiştirmek olduğu anlaşılıyor. Böyle bir değişim geriye gitmek olur. Tam tersine odanın mücadeleci çizgisini korumak ve bu çizgiyi daha da ileri taşımak gerekir.

    Siyasetten uzak olmak da tam bir demagojidir. Bugün siyasete bulaşmamak basbayağı gerici ve şoven bir siyasetin savunulması, odanın iktidarın temsil ettiği siyasetin gölgesine sokulması anlamına gelir. Sağlık Bakanı’nın Tabip Odaları’nı işaret etmesi sonrası, Hekim-Sen başta olmak üzere hekim sendikalarının Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İTO’ya yönelik hamleleri hükümetle bir düzeyde ilişkilendiklerini düşündürüyor. Nitekim bugün için başhekimlerin ve hükümete yakın oldukları bilinen hocaların DKG aleyhine üye faaliyeti yürütmesi kuşkuya yer bırakmıyor. Siyasetten uzak durma ve yalnızca hekim hakları ile ilgilenme söylemi de benzer şekilde, hükümetle uzlaşı siyasetine işaret ediyor.

    Hekimler, yalnızca halkın sağlığı ve hürriyet için değil bizzat kendi haklarını korumak ve ileriye taşımak için de tabip odalarında örgütlenmek ve mücadele etmek durumunda. İşte DKG, hekimlere çarenin göç etmek değil bu topraklarda mücadele etmek olduğunu göstermek, mesleğimizin itibarını yeniden tesis etmek, hekim haklarını savunmak ve iyileştirmek, halkın sağlık hakkını korumak, herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir, nitelikli, anadilinde kamu eliyle sunulacak sağlık ortamını yaratmak için, memlekete halkların kardeşliğinin ve hürriyetin gelmesini sağlayacak mücadeleyi büyütmek için, önümüzdeki dönem de İTO’yu yönetmeye talip. Biz de bu doğrultuda yine görev almaya ve elimizi taşın altına sokmaya hazırız. İstanbul’daki hekimleri DKG grubunu desteklemeye davet ediyorum.

    • 5 min

Top Podcasts In News

The Daily
The New York Times
Serial
Serial Productions & The New York Times
Up First
NPR
The Tucker Carlson Podcast
Tucker Carlson Network
Prosecuting Donald Trump
MSNBC
The Megyn Kelly Show
SiriusXM